Trump’ın iktidarında dünya kapitalizmi nereye gidiyor?

Kapitalistler ve onların uluslararası siyasi temsilcileri, Donald Trump’ın başkanlığı altında Amerika Birleşik Devletleri’nde tam olarak neler olup bittiğini, Trump’ın ne kadar ileri gitmeye kararlı olduğunu ve politikalarının etkilerinin ne olacağını anlamaya çalışıyor. Benzer bir durum işçi sınıfı ve sol örgütler için de geçerli.

Trump, ABD ekonomisinin gücünü yalnızca Çin’e karşı değil, gezegendeki diğer tüm ekonomilere karşı kullanıyor. 2017’de Trump, Çin’in ihracatına karşı gümrük vergilerini artırmaya başladığında durum farklıydı; Biden da benzer adımlar atmıştı. Ancak bu kez Trump yalnızca Çin’e karşı değil (şu aşamada ek %20 ve bunu %60’a çıkarma tehdidi), en yakın müttefikleri ve ticaret ortakları olan Avrupa Birliği, İngiltere, Meksika ve Kanada’ya karşı da %25 seviyesinde gümrük vergileri uyguluyor. Çin, AB ve Kanada misilleme yaparak ABD ithalatına karşı gümrük vergilerini attırdıklarını açıkladı. Bu durum, küresel ekonomiyi zayıflatıyor ve onu daha düşük büyüme ve/veya resesyon yönünde itiyor.

Gümrük vergisi meselesi tek başına yeterince kritikken, Trump, Elon Musk, JD Vance ve diğer yakın çalışma arkadaşları, ABD’nin müttefiklerinin iç işlerine açıkça müdahale ediyor ve çok yakın zamana kadar yakın müttefik olarak görülen hükümetler ve liderleri hakkında küçümseyici ve aşağılayıcı ifadeler kullanıyor.

Trump, Grönland’ın mülkiyetini talep ederek, Panama Kanalı üzerinde Amerikan hakimiyeti kurma iddiasıyla, Gazze’nin büyük bölümünden Filistinlilerin çıkarılarak Gazze’nin ABD mülkiyetinde bir turizm merkezine dönüştürülmesi gibi taleplerle tüm dünyayı şaşkına çevirdi.

Daha da kötüsü, Avrupa kapitalizmi açısından bakıldığında, Trump Ukrayna konusunda Rusya’ya karşı mücadeleden vazgeçti, Zelensky’yi tamamen aşağıladı ve büyük ölçüde Rusya’nın iddialarını kabul etti. NATO’nun işleyişi için gerekli fonları sağlamayı reddederken, yakın “danışmanı” Elon Musk, ABD’nin NATO’dan çıkması gerektiğini bile söyledi. Trump, Avrupa güçlerinin askeri harcamalarını yalnızca NATO üyeliğinin resmen talep ettiği GSYİH’nın %2’si seviyesine değil, %5’ine çıkarması gerektiğini söylüyor.

Ukrayna – ve yeni silahlanma yarışı

Avrupa güçleri, 2022’de ABD ve İngiltere’nin baskısıyla Ukrayna savaşına sürüklendi ve Zelensky’yi Putin ile müzakere etmemeye ikna ettiler (Mart 2022’de Türkiye’de Rusya ve Ukrayna bir barış anlaşmasına yaklaşmıştı).

Şimdi Avrupa güçleri, gerçekte yerine getiremeyecekleri taleplerle karşı karşıya oldukları bir savaşla baş başa kaldı. Rusya’ya karşı savaş kazanılamaz, bu yüzden askeri harcamalarını büyük ölçüde artırmak zorunda kalırken, Ukrayna’daki bir yenilginin etkilerini hissedecekler ve Trump kendini “barış yapıcı” olarak lanse edecek.

AB ülkeleri ve İngiltere büyük bütçe açıkları ve yüksek kamu borçlarıyla karşı karşıyayken ve “Büyüme ve İstikrar Paktı” (GSP) koşullarını uygulamayı planlarken (bütçe açıklarının GSYİH’nın %3’ünü, kamu borcunun ise %60’ını aşmaması gerektiğini öngören Maastricht kriterleri), şimdi genişletici bir mali politika izlemek zorunda kalıyorlar. Ukrayna’daki savaşı finanse etmek ve Avrupa temelinde askeri yetenekleri genişletmek için yüzlerce milyar euro harcamak zorundalar. Bunun sonucunda bütçe açıkları ve kamu borçları artacak. Bu yüzden, Maastricht Kriterleri ile resmen çelişmemek için “savunma harcamalarını” (veya en azından bir kısmını) bütçe harcamalarının bir parçası olarak saymama kararı aldılar. Böylece, Avrupa işçi sınıfına bütçe açıklarının ve kamu borçlarının azaldığı yalanını söylemeye çalışıyorlar, oysa gerçekte bunlar artacak ve gelecekte daha büyük bir istikrarsızlığa yol açacak. Elbette işçi sınıfı, tüm bunların bedelini kendi yaşam standartlarından ödemiş olacak.

Avrupa çaresizlik içinde

Trump’ın seçilmeden önce güvenilmez ve öngörülemez olduğu düşünülüyordu. Ancak gerçek şu ki, herkesin hayal edebileceğinin çok ötesine geçti.

Etkisi özellikle AB üzerinde çok güçlü. Bu yalnızca gümrük vergileri meselesi değil. Avrupa güçleri, Trump ve en yakın çalışma arkadaşlarının kendilerine yönelik saldırılarının düzeyi ve niteliği karşısında şok oldular. Trump’ın başkan yardımcısı JD Vance’in, geçen ay (12 Şubat 2024) Münih’te (Almanya) düzenlenen Güvenlik Konferansı’ndaki Avrupalı meslektaşlarına yaptığı konuşma oldukça çarpıcıydı:

“Kasabada yeni bir şerif var [Trump’ı kastediyor]… …İngiltere’de ve Avrupa’da ifade özgürlüğü, korkarım ki geri çekiliyor… …Rusya’nın Avrupa seçimlerini etkilemek için sosyal medyayı satın alması yanlıştı [Romanya’ya atıf yapıyor], ancak eğer demokrasiniz birkaç bin dolarlık dijital medya ile yıkılabiliyorsa [Romanya seçimlerinin Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilmesine atıf yapıyor, AB’nin sessiz desteğiyle], o zaman baştan çok güçlü değildi… …Eğer kendi halkınızın seslerinden, fikirlerinden ve vicdanından korkuyorsanız… …Eğer kendi seçmenlerinizden korkarak kaçıyorsanız, Amerika’nın sizin için yapabileceği bir şey yok, aynı şekilde sizin de Amerikan halkı için yapabileceğiniz bir şey yok.”

Vance, yorumlarıyla yetinmeyip, toplantıyı aceleyle terk ederek… aşırı sağcı AfD partisinin lideriyle görüşmeye gitti, aynı zamanda Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ile görüşmeyi reddetti!

Almanya Başbakan Yardımcısı Robert Habeck’in yanıtı, muhtemelen Avrupa elitlerinin hislerini en doğru şekilde özetledi:

“Münih’teki hafta sonu boyunca, Batı değerler topluluğu burada son bulmuştur.

Gördüğümüz şeyin “transatlantik ittifakının sonu” olup olmadığı sorusu birçok kapitalist dergi ve yorumcu tarafından gündeme getirildi. Cevap, NATO’nun büyük darbeler aldığı ancak dağılmasını öngörmenin yanlış olacağı yönünde. Öte yandan, ilişkiler eskisi gibi olamaz. Büyük olasılıkla başlıca Avrupa güçleri (Fransa, İngiltere, Almanya) NATO’yu sürdürme sorumluluğunu üstlenecek ve ABD’yi içeride tutmaya çalışacak, çünkü Çin ve Rusya’nın ekonomik ve askeri düzeydeki meydan okumaları devam edecek. Ancak geçmişte var olan yakın ilişkiler sona erdi ve en azından öngörülebilir gelecekte aynı olamayacak.

Trump, diplomasiyi –Batı’nın çeşitli güçler arasında işlevsel ilişkiler sürdürme ve askeri müdahaleler de dahil olmak üzere küresel olaylara ortak bir yaklaşım geliştirme yeteneğinin temel taşı– açık şantajlar, tehditler, zorbalık, saldırılar ve hakaretlerle değiştirdi. Bu, ABD ile Avrupa arasında kalıcı bir etki yaratacak büyük bir uçurum yaratıyor.

Putin ile dostluk Çin’i izole etmek için mi?

Trump, başkan yardımcısı Vance, Elon Musk ve ABD yönetimindeki diğer kilit figürler, Zelensky’ye o kadar aşağılayıcı bir şekilde davrandı ki, bu durum özellikle Avrupa güçleri olmak üzere tüm dünyada şok dalgaları yarattı. Aynı zamanda, Putin’e saldırmayı reddediyor; aksine, şimdilik dostane jestler yapıyor – bu, Trump’ın ateşkes önerileri üzerine çatışma çıkarsa değişebilir. Bu durum, Trump’ın amacının Çin’i izole etmek için Rusya ile daha yakın ilişkiler geliştirmek olup olmadığı yönünde bir tartışma başlattı.

Trump’ın daha derin motivasyonlarının ne olduğunu bilmek imkansız. Ancak söylememiz gereken şu ki, eğer böyle bir niyet varsa, Rusya’yı Çin’den uzaklaştırma girişimi başarılı olmayacak.

Rusya ve Çin, son on yıllarda Batı ittifakının baskısını aşmak için çok yakın, stratejik bir ilişki kurdu. ABD yönetiminde bir değişiklik oldu diye Putin’in Rusya’nın Çin ile olan ilişkisini zayıtmaya hazır olmasını bekleyemeyiz. Trump’ın bugün uyguladığı politikaların bir veya iki yıl sonra aynı olacağına dair hiçbir kesinlik yok. Ayrıca, Trump’ın görev süresi bittikten sonraki ABD yönetiminin bugünküyle aynı veya benzer politikaları izleyeceğine dair bir garanti de yok.

ABD’nin Rusya ile ilişkilerinin tam olarak nasıl gelişeceğini tahmin etmek mümkün değil ve bu Çin için de geçerli. Ancak kesin olan bir şey var: öngörülebilir gelecekte Rusya ve Çin arasındaki mevcut ilişkiler güçlü kalacak.

Ekonomi

Trump’ın izlediği ekonomik politikalar, ABD ve küresel ekonomiyi daha düşük büyüme ve resesyon yönünde itiyor.

Avrupa, Kanada, Meksika, Çin vb. ülkelere karşı uygulanan gümrük vergileri, kaçınılmaz olarak bu ülkelerden misillemelerle karşılanacak – bu zaten gerçekleşiyor. Bu, küresel ticaretin daha düşük oranlarda gerçekleşmesi ve büyüme hızlarının yavaşlaması anlamına gelecek. ABD’de büyüme oranları zaten düşüyor ve ekonominin resesyona girip girmeyeceği tartışmaları yeniden alevlendi. Daha yüksek gümrük vergileri, ABD’de enflasyonun artmasına ve işçi sınıfının yaşam standartlarının zayıflamasına yol açacak. Bu durum, özellikle kamu sektöründen kitlesel işten çıkarmalar yoluyla devlet harcamalarını kısma politikalarıyla daha da şiddetleniyor; bu politikaların ekonomi üzerindeki tam etkisi henüz hissedilmedi.

Tüm bunlar, Wall Street Borsası’na yansıdı. S&P 500, birkaç hafta içinde 5 trilyon dolardan fazla değer kaybetti.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü‘ne göre, Trump’ın gümrük vergileriyle ilgili tüm açıklamaları uygulanırsa, bu, tüm ithalata uygulanan ortalama gümrük vergilerinin %2,4’ten %10,5’e çıkması anlamına gelecek. Bu, ABD ekonomisinin koruma önlemlerini 1950’lerin seviyesine geri götürecek.

Enstitüye göre, bu, ortalama her Amerikan hanesi için 1.200 dolarlık ek bir maliyet anlamına geliyor. Diğer ABD düşünce kuruluşları da benzer tahminlerde bulundu.

Sınıf mücadelesi

Trump’ın zaferinin bir yan ürünü olarak sınıf kutuplaşması ve sınıf mücadelesi yalnızca ABD’de değil, uluslararası düzeyde de kaçınılmazdır.

ABD işçileri geri adım atmak zorunda kalacak. Bu hemen olmayabilir, çünkü birçok işçi Trump’ın politikalarının işe yarayıp yaramayacağını görmek için bekleyecek, ancak er ya da geç harekete geçmeye başlayacaklar. Bu durum, Trump’ın özellikle kadınlar ve LGBT+lara yönelik haklara yönelik saldırıları ve siyahlar ile genel olarak beyaz olmayanlara yönelik ırkçılığın yükselişiyle birlikte değerlendirilmeli. Ve elbette, Trump’ın tamamen göz ardı ettiği iklim krizi meselesi, özellikle gençleri harekete geçirecek.

Benzer süreçlerin uluslararası düzeyde de yaşanması beklenebilir. Trump yönetimi, küresel çapta Aşırı Sağ (AS) ve hatta faşist örgütlere bir destek sağlıyor. AS ve sağ popülistlerin muhafazakar ve gerici gündemi, Avrupa ve uluslararası düzeyde büyük kesimlerde bir tepkiye neden olacak. Ekonomik durgunluk ve muhtemel resesyon ile birlikte enflasyonun yükselmesi, sınıf kutuplaşmasını ve mücadelesini artıracak.

Faşizm mi?

Bunları söyledikten sonra, bir kez daha vurgulamalıyız ki, Trump’a ve onun yakın çalışma arkadaşlarına faşist diyerek mücadele etmeye çalışmak yanlıştır ve geri tepebilir.

Elbette Elon Musk’ın Nazi selamı, tesadüfi veya önemsiz bir şey olarak görülemez. Ancak mesele Elon Musk’ın ne olduğu veya gelecekte ne olabileceği değil, aynı şey Trump için de geçerli.

Faşizm, bu veya şu bireyin özlemleri veya özellikleriyle ilgili bir mesele değildir. Faşizm, yalnızca işçi sınıfının değil, hatta egemen sınıfın (yani parlamenter demokrasinin) her türlü demokratik hakkını çiğneyen bir rejimdir. Bugün ABD’de böyle bir şey yok ve önümüzdeki dönemde böyle bir şeyin gelişmesi mümkün değil, çünkü bunun için gerekli koşullar mevcut değil ve güç dengeleri buna izin vermiyor.

Elbette Trump yönetiminde otoriter unsurlar var, ancak bu faşizm veya otoriter bir devlet/rejimden çok farklı. Bunu daha önce detaylıca ele aldık, burada üzerinde durmaya gerek yok. Uluslararası düzeyde AS veya sağ popülist olarak tanımlanabilecek birçok rejim var, AS partileri içinde önemli Nazi grupları var, ancak ABD veya diğer sanayileşmiş ülkelerde faşizmin kurulması için gerekli koşullar mevcut değil.

Öte yandan, AS’nin gerici ve muhafazakar fikirlerle yükselişi, özellikle genç kesimlerde bir tepkiye ve geri adım atmamız gerektiği hissine neden olacak.

Trump Çin’e karşı savaşını kazanacak mı?

Çin’e karşı ticaret savaşı, Trump tarafından 2017’de başlatıldı. Açıklanan hedeflerden biri, Çin’in ABD ve dünyanın geri kalanıyla olan ticaret fazlasını azaltmaktı. Trump ve Biden’ın yedi yıllık ticaret savaşları bu sorunu çözmedi ve Çin, yalnızca dünyaya ihraç edilen malların miktarı açısından değil, aynı zamanda bu malların kalitesi açısından da ABD’ye her düzeyde meydan okumaya devam ediyor.

Son birkaç yılda Çin, Batı ürünleriyle benzer kalitede mobil telefon ve bilgisayar pazarlarına dinamik bir giriş yaptı. Ardından, son birkaç yılda Çin’in elektrikli araçlarının ve yeni enerji araçlarının saldırısı, Batı’nın otomotiv endüstrisini krize sürükledi. Daha yakın zamanda Çin, Batı’nın yapay zekasına meydan okudu; Deep Seek, ChatGPT ile eşit veya daha iyi olarak tanımlandı ve çok daha düşük bir maliyetle sunuluyor. Ayrıca Çin’in, kuantum mekaniği ve uzay keşfi alanlarında da Batı’ya meydan okuduğu görülüyor.

Yıllar önce, Batı’nın Çin’e karşı yürüttüğü ticaret savaşının, Çin’in büyümesini yavaşlatacağını ve muhtemelen ABD ekonomisini geçmesini geciktireceğini, ancak bunu engelleyemeyeceğini savunmuştuk. Bugünkü gerçeklere ve rakamlara baktığımızda, ABD’nin uyguladığı politikaların, ardından Avrupa’nın da katıldığı bu politikaların, hedeflerine ulaşamadığını söyleyebiliriz.

Örneğin, Çin’in ticaret fazlası, 7 yıllık ticaret savaşına rağmen geçen yıl rekor seviyeye ulaştı ve 2024’te 992 milyar dolara çıktı. Bu, bir önceki yıla göre %21 daha yüksek ve 1998’den bu yana tutulan istatistiklerin en yüksek seviyesi.

Trump’ın Çin’e karşı uyguladığı yeni gümrük vergileri elbette Çin’in GSYİH’si üzerinde belirli bir etki yaratacak, ancak bu belirleyici bir karakterde olamaz. Çin’in ABD’ye ihracatının toplamı, Çin’in GSYİH’sinin yalnızca yaklaşık %3’ünü oluşturuyor. Dolayısıyla Trump yönetimi ne kadar yüksek gümrük vergileri uygularsa uygulasın, bu Çin ekonomisi üzerinde sınırlı bir etki yaratacak.

Özellikle de Çin, son yıllarda ABD ve AB ile ilişkiler giderek kötüleştiği için, ihracatını Asya, Latin Amerika, Afrika ve Orta Doğu’ya yönlendirerek ticaret savaşına yanıt verdi. Aynı şey yurtdışına yatırım yapan Çin sermayesi için de geçerli.

Bu durum, Çin, Hindistan, Rusya, Güney Afrika, Brezilya, Birleşik Arap Emirlikleri vb. ülkelerden oluşan BRICS ekonomik ittifakının gelişimiyle bağlantılı. Trump, doların küresel ekonomideki hakimiyetini baltalamaya çalışırlarsa bu ülkelere %100’e varan gümrük vergileri uygulama tehdidinde bulundu. Bu tür tehditler aslında ülkeleri Çin’e yaklaştırıyor ve ABD’den uzaklaştırıyor.

Daha muhtemel olan, Trump’ın politikalarının Çin’i küresel ekonomiden izole etmek ve ABD’nin payını artırmak yerine, tam tersi bir etki yaratması, yani ABD aleyhine dünyanın geri kalanı arasındaki ticareti artırmasıdır.

Bu durum, Avrupa güçleri için de geçerli, AB ile ABD arasındaki derin ve uzun süredir devam eden ilişkilere rağmen. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının başlamasından bu yana, AB de ABD’nin baskısıyla bu savaşa katıldı, ancak kendi büyük zararına. O zamandan beri Çin pazarında ve büyük ölçüde Çin’de bulunan tedarik zincirlerinde zemin kaybediyor. Bu, otomotiv endüstrisi gibi bazı büyük endüstrilerinin krizde olmasının nedenlerinden biri.

Mevcut Trump yönetiminin politikaları göz önüne alındığında, Avrupa burjuva medyasında Trump’ın Çin’den daha büyük bir düşman olabileceği yönünde bir tartışma başladı. Önümüzdeki dönemde AB’nin Çin ile daha “dengeli” ilişkilere yönelmesi dışlanamaz.

Kesin tahminler yapmak mümkün değil

İşlerin tam olarak nasıl gelişeceğini tahmin etmek imkansız. Trump çok sık fikir değiştiriyor. Tüm açıkladığı şeyleri uygulasa bile, ABD veya küresel ekonomi üzerindeki etkilerini tam olarak tahmin etmek hala mümkün değil. Ancak açık olan bir şey var: ilk etki, ABD ve küresel ekonomiyi daha düşük büyüme oranları ve resesyon yönünde itecek. Aynı zamanda, ABD’de ve uluslararası düzeyde sınıf mücadelesini ve sınıf kutuplaşmasını şiddetlendirecek.

Ayrıca, büyük olasılıkla Trump’ın politikaları geri tepecek. ABD ile AB arasındaki uçurum, temel bir öneme sahip ve aslında Batı’yı Çin ve Rusya’yı kontrol altında tutma çabalarında zayıflatıyor.

AB’nin krizi zaten derin, ancak daha da yoğunlaşacak, çünkü daha fazla zorlukla karşı karşıya kalacak ve bu zorluklara yanıt verme kapasitesi yok.

Bu, özellikle askeri harcamalar düzeyinde daha fazla yakınlaşma yönünde ek çabalar sarf edilmesine rağmen geçerli. AB, “sosyal militarizasyon” yönünde (yani Rusya’dan gelen savaş tehdidi ve hazırlık yapma ihtiyacı propagandası) önceki yıllara göre daha hızlı bir şekilde ilerleyecek, silahlanmaya yönelik büyük harcamaları sosyal hizmetler ve işçi sınıfının yaşam standartları pahasına meşrulaştırmaya çalışacak. Bu, Avrupa’da radikalleşme için ek bir faktör olacak.

Sonuç

Trump’ın yükselişi, genel olarak kapitalizmin ve özelde ABD kapitalizminin çıkmazının bir yansımasıdır. Trump’ın bu sorunu çözme şansı yok.

Uluslararası düzeyde topluma yerleştirdiği gerici-muhafazakar fikirler nedeniyle ABD ve uluslararası işçi sınıfı için birçok düzeyde ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ancak aynı zamanda, sınıf mücadelesini ve sınıf kutuplaşmasını şiddetlendirdiği için Marksist güçler için fırsatlar yaratıyor.

Marksistler, kendilerini bu fırsatlardan yararlanmak, kapitalizmi ve tüm gerici yönlerini ortadan kaldırmak ve alternatif bir sosyalist toplumun temelini atmak için kesinlikle gerekli olan araç olan uluslararası düzeyde büyük Marksist örgütler inşa etmeye yönlendirmelidir.

Recent Articles